Oturup bir yazı yazayım deyip bir yazı patlatıyorum. Zor olmuyor. Çünkü bu meyanda yazdığım yazıların kaynağı ya bilimsel araştırmalar ya da sosyal hayatın içinde biriktirdiklerim oluyor. Bazen de duygu patlaması ile meydana çıkan ifadelerim/notlarım oluyor. Elektronik not defterim yarım kalmış notlarla dolu. Bazen bir iki cümle bazen sayfalarca. Tabi bu yazıları yayınlamıyorum. Okunsun, bilinsin diye de bi’ derdim yok.
Amaaa. Bu yazım okunsun istiyorum.
Her şey yardımdan dönerken radyoda çalan bir parçayla başladı. Ağlama Karanfil!
(Youtube linkini buraya bırakıyorum https://youtu.be/YtFz8o0opCo )
Daha önce duyduğumu hatırlamıyorum. Ama duyduktan sonra günlerce dinledim. Ben böyleyim. İçime sinecek. Dinlediğim şarkı, okuduğum kitap, izlediğim film. Hissettiğim gülüş, dokunuş. Hayata dair ne varsa…
Böyle güzel bir eserin mutlaka bir hikâyesi vardır dedim. Başladım araştırmaya. Meğer 28 Şubat dönemindeki koparılan karanfiller için yazılıp söylenmiş. 28 Şubat siyasi söylem olarak yakın tarihimize nakşedildi. O dönem televizyonlarda fırtınalar kopuyor ama ergenlik dönemim de olduğumdan içerisinde bulunduğumuz ortamın pekte farkında değilim. O dönemden tek hatırladığım kare dayımın köyden gelip bir takım gençlerle görüştüğüydü. Bir tanesine şöyle söylemişti. “Sonucu ne olursa olsun kabul etmeyin, sahip çıkın bacılarınıza”. Ne oluyordu da, neden sahip çıkılacaktı? Anneme anlattığına göre imam-hatipte okuyan kızlar için okul girişinde tören yapılacakmış. Törenle kızların başörtüleri sökülüp yere atılacakmış. Bunu da erkek öğrencilere yaptıracaklarmış. Hem küçük yaşta oluşum hem de ablama (dayımın kızı) yapılacak olan beni öyle derinden yaraladı ki. “Bu zihniyeti” ebediyete değin düşman belledim. Şimdi bakıyorum eskiye dönmek, döndürmek isteyenler var. Hala başörtüsünden rahatsız olanlar var.
Aslında anlatmak istediğim “28 Şubat Süreci” özelinde taraf olmanın bedeline dikkat çekmek.
Yüzyıllık tarihe bakıyorsun. Bu ülkede herkes mağdur. Bir şekilde “devlet” gücünü elinde bulunduran grup sözde devlet yararına karşı tarafı mağdur etmiş.
Çınar ağaçlarına asmışlar insanları, Kur’an okudu diye. Gencecik fidanlara eziyet etmişler, komunist diye. Başbakan katletmişler. Eteklerin, bıyıkların uzunluğunu ölçmüşler. Şapka takmıyor diye zindana atmışlar. Bahane olacaksa ne olduğu fark etmez. Kitap okuyanlar tutuklanmış, şiir okuyanlar tecrit edilmiş.
Hep bir hesaplaşma içinde olmuşuz. Ne diye. Devlet yıkılacak diye. Oysa devletler yıkıp devletler kurmayla övünürüz.
Bir ölür bin diriliriz demişiz ama biner biner öldürmüşüz. Ecdad gibi “İnsanı yaşat ki Devlet Yaşasın” diyememiş, yaşatmaya meyil etmemişiz. Milleti kahrı perişan etmişiz.
Geçmiş böyle, malum. Önümüzde bir tek gelecek var ve bu geleceği inşa edecek yeni bir kuşak. Eskiyi tanımayan, tanımak istemeyen bir kuşak. Mutluluğa, huzura, refaha taraf olan bir kuşak.
Beğensek te beğenmesek te yeni düzen bu kuşağın istek ve taleplerine göre şekillenecek.
Fatih BORAN 03.12.2020/Ankara